2 Ocak 2017 Pazartesi

Huzursuz Bir Yıl Geldi Yeniden.


Hayat denilen mevzu beş dakika içerisinde kabusa dönebiliyor son günlerde.Yeni yılın sağlık, huzur ve mutluluk getirmek gibi bir hedefi yok gibi gözüküyor. İlk dakikalarında ilk mesajımız, ilk paylaşımlarımız başımız sağ olsun oldu. Oysaki yeni umutlar yeşerecekti iki bin on altı senenin ardından ilk sabahında iki bin on yedinin. Olmadı yine başaramadık huzur içinde yaşamayı. Yorgunuz artık umutsuz yaşamaktan. Hüzünlü sabahlarında kışın soğuğu sırtımıza işledi çünkü sırtımızdan vurulduk yeniden.Keşke silah icat olmasaydı dedirtti isyan etmemek elde değil artık. Vatan toprağında kıyamet bir kez daha koptu.

21 Aralık 2016 Çarşamba

Yaşamak...



Her sabah olduğu gibi bu sabahta yaşam mücadelesi için yollardayız.O kadar çok derdimiz o kadar çok sıkıntımız var ki bilemezsiniz. İşe patrondan önce yetişmek en önemli şey dünyadaki. Yolda hızla giderken ıslattığımız çocuktan, trafikte karşıdan karşıya geçmeye çalışan ihtiyar teyzeye tahammül etmekten, ağaçta kalmış kediden her şeyden önemli patrondan önce işe varmak.

Bir düzen kurduk kendimize, bir duvar ördük ve asla değişmez kurallar koyduk. Asırlarca yetecek kadar paramız,kalamayacağımız kadar çok evimiz oldu en başta. Sonra ayrılmaya ve uzaklaşmaya başladık çevremizdekilerden. İlk başta çocukluk arkadaşımızı işe aldık.Beraber ekmek arası peynir yediğimiz, iki taştan kale kurup maç yaptığımız, ellerimizi kesip kan kardeşi olduğumuz (Kardeş olduğumuz) insanları işe aldık. Herkes bizi taktir etti ama farkında olmadıkları beraber peynir ekmeği sokak kaldırımında yediğimiz kardeşimizle aynı yemek hanede oturup ayrı masalarda yemek yedik.Toplumsal statü farkı. İşte o zaman değerlerimiz değişti. Oysaki herkes işini iyi yapsa yeterliydi. Değerlerimizi, inançlarımızı,sevdiklerimizi değiştirdik sonra. Gücü kullanırken adaletli olmaktan da vazgeçtik. 

Sonra her sabah yataktan kalkar kalmaz koşturmaya başladık. Yoldaki çocuk, ışıktaki yaşlı teyze, ağaçtaki kedi bir yana.Robotlaşmış bir şekilde, kendi kendimizi bile dinlemeden sokakta açtık gözlerimizi.Oysaki bir dilim ekmek doyura bilir, bir sıcak göz oda ısıtabilir, her dolmuş götürebilir bizi istediğimiz noktaya. İnsan çalışmalı elbette ama yaşayacak kadar. İnsan ilk başta insan olmalı hissetmeli, duygulanmalı, yaşamalı insan gibi. 

7 Aralık 2016 Çarşamba

KAYIP- 4. GÜN




Işığın içinde bir süre daha kaldıktan sonra kendime geldim. Herkesi ve her şeyi hatırlıyorum.Kimin iyi, kimin kötü, kimin gerçekten benim için üzüldüğünü çok kolay bir şekilde analiz edebilir bir hal aldım.Nedenini bilmediğim bir şekilde asistanımın benim dostum olmadığını anlayabiliyorum. Robot projesi artık tamamen içimde benim bir parçam biliyorum.Bu güne kadar öğrenmeyi öğrenmek için çok çaba sarf ettim. İnsan beyninin kusursuz yapısıyla nasıl öğrendiğini anlamak için yıllarımı geçirdim onca zaman bulamadığım bu bilginin ışığın içinde olması beni şaşırttı.

Karım Mine onu kaza anında benim yanımdan götürdüklerini artık çok net hatırlıyorum.Nerede tutulduğu,bulunduğum yere kaç kilometre uzakta olduğunu biliyorum. Ve hatta daha fazlasını da biliyorum. Şuanda bulunduğu yerde binanın kaç girişi olduğunu,binanın yapısını,kime ait olduğunu ne zaman yapıldığı hakkında tüm detaylı bilgiye sahibim.Fakat şuan beklemeliyim.Bu işin içinde bir çok iş var. Artık oyunu ben kuruyorum. 

Yerimden kalkamadığım halde istediğim zaman karımın bulunduğu binanın cephesini gören köşeye gözlerimi kapatarak ulaşabiliyorum.Binanın ön girişi çok işlek bir caddeye bakıyor. Dört katlı binada sadece iki odanın ışığının yandığını çok net fark ediliyor.Karım bu odalardan birinde olmalı ve ben ona sadece gözlerimi kapatıp açacak kadar mesafede yakınım.Ona ulaşmak için çok fazla zahmet çekmeyeceğim ama etraftakiler bunu fark etmemeli.

Saat 11.59 asistanım beni selamladı ve robot projemiz hakkında sorular sormaya devam etti. Ne kadar hatırladığım konusunda beni test etmeye devam ediyordu bir yandan.En sevdiğim renk yeşil, en sevdiğim gün salı, en sevdiğim tatlı sütlaç, en sevdiğim sayı 865, en sevdiğim yemek  taze fasulye, karımın adı Mine, benim adım Alper, 54 yaşındayım, İstanbul'da doğdum. 

Hatırladıklarım karşısında asistanımın göz bebekleri büyüdü suçlu olduğu yada sevindiği anlamına gelir bu. Nabzında bir artış söz konusu ve avuçlarının ısısı değişti. İçimden bir ses on iki kızgın adamın on birinin ilk anda dediği gibi "SUÇLU"   diyor. Sadece bir adam suçlu olmadığını düşünmek istiyor. Bu sadece onun yaşayacağı zamanı arttıracak. Eğer suçluysa ve karıma zarar verirse damarlarındaki kana karışacağıma yemin olsun.

Yanımdan ayrılmak için bir bahane uydurdu ve hızlıca odayı terk etti. Bense gözlerimi kapayarak karımın bulunduğu binanın köşesine geldim.Uzun bir bekleyiş olacağa benziyor. Eğer Asistanım Enes bu binaya gelirse, onun için çok güzel olmayan olaylar başlayacak ve kısa süre içinde beni tüm benliğinde hissedecek. Çünkü artık ben her yerdeyim...




29 Kasım 2016 Salı

KAYIP


1. Gün

Ve sonra ışıkların içinden bir ses duydum  "Beni bırakıp nereye gidiyorsun?" cevap verdiğim halde karışılık alamıyordum.Bir müddet daha ışığın içinde sürüklenmeme rağmen ses sürekli yanı başımdaydı.İlk başta olayı anlayamamıştım sonra sonra bir üşüme hissettim tüm bedenimi sardı. Bu onlardan uzağa gittiğim sıradan yolculuklara benzemiyordu. Ölüm dedikleri buydu demek. Bir ışık huzmesi içinde durmaksızın hareket etmekten ibaret.

İlk hissettiğim korku oldu fakat daha sonraları duruma alıştım ve hatta sevdim bile diyebilirim. Çünkü bir süre sonra kendime yön verebilecek bir hale geldim.Etrafımı algılayabiliyordum. Hatta zaman zaman sevdiklerimin yüzü anlık olarak ışıkların içinde beliriyordu.Uzunca bir müddet sonra ne kadar zaman geçti bilmiyorum sesler tamamen uzaklaşmaya başladı.Bir gün hiç duymaz oldum yoksa sevginin gücü azalıyor muydu? Beni unuttuklarını düşünmeye başladım. Oysa hep bir birimize söz vermiştik.Kalan gideni hiç bir zaman unutmayacaktı.

Umutsuzluk içinde sürüklenirken, sesler kesildikten sonra uzunca bir  zaman geçmişti  iyice kendimi bırakmıştım ışığa.Bir şey hissettim.Işığın içinde bir mesajın gizli olduğu aslında sürekli bir döngü halinde aynı yerde dönüp durduğumu fark ettim. "Bip Bip Bip " başlangıç noktasından geçerken sürekli aynı mesaj. Lanet olsun mors alfabesini öğrenmeliydim. Bu mesajı nasıl çözeceğim şimdi derken sesin ne olabileceğini düşünmeye başladım. Bildiklerimi, öğrendiklerimi, izlediğim filmleri, Bu ses o ses olabilir mi?

Zaman geçtikçe algılarım açılmaya başladı. Ölmemiş olmalıyım. Komadayım evet yaşama tutunmak için bir sebebim var. Uyanıp beni bırakanlardan hesap sormalıyım diye düşündüm.Evet doğru ben uyanacağım. Çok uzaklaşmadım sesler kesildi ama çok uzaklaşmadım.Bir süre sonra ışık azalmaya başladı.Sanırım benim için çok geç.Kurtulamıyorum. Bari organlarımı birilerine dağıtsalar. Başkasının vücudunda belki tekrar hayat bulurum. Neden ilk düşüncem bu oldu? Bilmiyorum.

Bir Acı hissetmeye başladım karanlık arttıkça acımda artmaya başladı aman Allahım. Canımı veriyorum galiba.Bu ışığı bile özleyeceğim gibi bir his var içimde.Boş her tarafta. Karanlık iyice.........

Ne kadar süredir uyuyorum?

Etraftaki kimse tanıdık değil. Cevap veren kimse yok. Ara sıra gençten bir kadın tansiyonuma bakıyor. Günde bir kaç sefer gelen doktor yanındakiler ile anlamadığım bir dilde sohbet ediyor.

Sahi neredeyim ben?


2. Gün


Uyandığım andan itibaren gariplikler silsilesi devam edip durdu.Günler, haftalar bir birini kovaladı fakat ne gelen, ne giden var. Sürekli yataktayım ayağa kalkıp kalkamadığım konusunda hiç bir fikrim yok.İyi bakılıyorum fakat çok önemli değil şuanda.Tek yapmam gereken buradan bir şekilde kurtulmak.

Birkaç gündür hastanenin (hastanede olduğumu düşünüyorum) işleyişini gözlemlemeye çalışıyorum fakat hiç bir rutin yok. Hemşirenin ilk gelişinden sonra ikinci gelişi 15312 sn üçüncü gelişi ise 10221 sn civarı bir süre geçti. Üç gün boyunca saymaya devam ettim ve bir sonuca varamadım. Daha sonra doktorun gelişi ile ilgili çalışmalar yapmaya başladım gözlerimle bütün odayı hatta bütün çevreyi analiz ediyordum. Sonuç yine aynıydı hiç bir rutin yok.

Bir yerden kaçmak için ilk yapmak gereken rutinleri incelemektir. Eğer rutinler işinize yarayan bir sonuç vermiyor ise bina yapısını hakkında oldukça çok veri toplamak gerekir.İkinci durumda yataktan kalkamayan biri için çok mümkün olmayan bir seçenek. Sanırım ömrümün kalanını bu yatağın üzerinde geçireceğim.

Bir sabah ağrılarımdan kurtulmuş bir şekilde güne başladım. Sanırım bu hisle uyanabilmek için beş ay civarı bir süre yataktan hiç kalkmadan geçirmek zorunda kaldım. Beş ay süreyi nasıl hesapladığım konusunda pekte emin değilim. İlk hastaneden kurtulmak fikri aklıma geldiğinden bu yana hemşire odama 614 sefer girdi. Her aralık 15 bin saniye ortalamada olduğunu düşünüyorum(kimi zaman beş bin saniye gibi zamanlarda da geldiği oldu) .Sayma işlemi bende alışkanlık haline geldi.Farklı şeyleri düşünürken dahi hiç zorlanmadan kafamın içinde saymaya devam edebilicek seviyeye geldim  ve bu uzun bekleyişin ardından parmaklarımın varlığını aniden hissetmeye başladım.

Doktor hastanede gözlerimi açtığım günden buyana ilk kez bildiğim bir dilde  cümle kurarak yanıma yaklaştı."Günaydın Profesör" .

Günaydın mı?

Günlerdir cevap vermiyorsunuz. Bilmediğim bir dilde etrafınızdaki insanlarla konuşuyor ve çıkıyorsunuz  sonunda bir cümle kurmaya karar veriyorsunuz ve günaydın. Bu kadar basit mi?

"Profesör geçirdiğiniz kazadan buyana sadece altı saat geçti. Şimdi kendinize geldiniz. Sabaha yakın bir saatte evinizin yakınlarında aracınızla bir kamyonun altına girdiniz."


Hiç birşey hatırlamıyorum. Yanımda her hangi biri yok muydu?

"Karınız yanınızdaydı profesör."

Karım mı? Evli miyim?

Profesör geçmişiniz hakkında hiç birşey hatırlamıyor musunuz?

Hayır.

Kimim ben ve neredeyim?

Bu sorulara cevap vermek için çok uzun zamanımız olacak. Şimdi dinlenin biraz.


3. Gün


En sevdiğim renk yeşil, en sevdiğim gün salı, en sevdiğim tatlı.... hatırlamıyorum. Karım nerede? 

Cevaplarını bulamadığım sorularım var doktor. Bir karım var fakat tanımıyorum.Komadan çıkmama rağmen beni ziyaret etmedi. Işığın içinde gördüğüm yüz onun yüzü olmalı. Beni ölümün içinden kurtaran ve umutla hayata sarılmama sebep olan kadın.Söylesene doktor beni ne kadar tanıyorsun? 

"Profesör siz beni de tanımadınız.Aslında çok yakınız yaklaşık üç yıldır asistanlığınızı yapıyorum ve bu hastane dediğiniz yer aslında sizin laboratuvarınız. Burada sizinle ilgilenen tüm arkadaşlar sizin çalışanlarınız. Beraber çok uzun süre çalışmalar yaptık. Sinir uçlarını kullanarak kaybedilen organlar yerine protezler yapmak için büyük çalışmalar yaptınız."


Karım peki? 

"Oraya daha gelmedik Profesör.İlk başta kim olduğunuzu ve  rbtx v.4  projesi ile ilgili detayları hatırlamalısınız."

Hiç birşey hatırlamıyorum. Bu konun karım ile ilgisi ne? 

"Bugünlük bu kadar yeter Profesör. Yarın tekrar geleceğim."


En sevdiğim renk yeşil, en sevdiğim gün salı, en sevdiğim tatlı ? Kahretsin. 

Işıklar içinden yansıyan suret beni bırakma diye yalvarıyordu adeta.Karımı hatırlamalıyım. Onu benden neyin uzak tuttuğunu öğrenmem gerekiyor. Bu rbtx v.4 projesi neyin nesi. Burdan bıraksalar evimi bulamayacak haldeyim. Sahi profesör diyorlar adım? adımı bile hatırlamıyorum. 

Kendimi daha önce hiç bu kadar umutsuz hissetmemiştim. Gerçi daha önce ne yaşadığım hakkında en ufak bir bilgim yok ama muhtemelen bu kadar umutsuz hissetmemişimdir. Anladığım kadarıyla faydalı işler yapan,bilimle uğraşan biriyim.Şimdi başa dönme zamanı.En sevdiğim renk yeşil, en sevdiğim gün salı, en sevdiğim tatlı sütlaç, en sevdiğim sayı 865, en sevdiğim yemek ? Şimdi yemeği boşver profesör. Biraz dinlensem iyi olacak.

Uykumun tam ortasında beynimin içinde bulutların dağılmaya başladığını hissediyordum.Kafama bir harddisk bağlanmış ve eski veriler yükleniyor,yaşadıklarım saniye saniye gözümün önünden geçmeye başladı. Tüm vücudumun kasıldığını hissedebiliyorum.Sanki yeniden doğuyorum. Kimsenin bilmediği bir şekilde parçalar birleşiyor ve bütün resmi görüyorum. Sanırım sadece geçmişi değil geleceği de görüyorum. Işık yine etrafımı sardı.Artık sabah olmalı. 

Korkuyorum....






28 Kasım 2016 Pazartesi

İNSAN OLMAK





Git gide uzaklaşıyoruz sevgi bağımızdan. Oysaki yüz yıllardır aynı yolları yürüyorduk.


İnsan olmak?


İnsan olmak kırda açmış mis gibi kokan papatyayı kopartmadan koklamaktır.Kimi zaman ağlayan bir çocuğun başını okşamak değildir insan olmak. Oturup yanında onunla ağlamaktır.


Ne zaman kaybettik insanlığımızı? 


Eşyalara değer, insanlara fiyat biçtiğimiz zaman kaybettik insanlığımızı.Suriyeli çocuklar ağlarken değil ölürken sustuğumuz zaman kaybettik insanlığımızı. Filistin kan ağlarken, yılbaşı partileri yaptığımız gün kaybettik. Soy kardeşlerimizi Türkmen dağında katlettiklerinde, Taksimde hepimiz Ermeni olarak kaybettik insanlığımızı. Mehmetlerimizi kaybettiğimizde tabutu başında ağlayan çocuğun göz yaşı yere düştüğü anda kaybettik insanlığımızı.


Neydi paylaşılamayan? 


Bir dilim ekmekti karnımızı doyuran neydi o zaman paylaşılamayan? 



Dünyadaki açları doyurmak değildi problem, bütün problem zenginleri doyurabilmekte. 



Şimdi soruyorum size. Bizi biz yapan değerlerden ne zaman  bu kadar uzaklaştık?


Bir nefesten fazlası değiliz alamazsak hayat biter, bir yudum sudan fazlası değiliz, içmez isek hayat biter, bir dilim ekmekten fazlası değiliz yemez isek hayat biter. 

Çocukların ölümle yaşam arasında gidip geldiği bir dünyada insan olmak. 

KEŞKE  İNSAN OLMASAYDIK.  



24 Kasım 2016 Perşembe

Martı-Jonathan Livingston

        


      Biraz daha uzağa uçabilmek, sınırlarının ötesine daha ileriye hep ileriye uçmak. Hayatınızda hiç kendi sınırlarınızı başkalarının çizdiğini hissettiniz mi? Toplum nasıl  şekillendirirse işte sadece o kadarız.

              Martı Jonathan Livingston karadan uzaklaştı ve olabildiğince hızlı uçmak için yeni yöntemler denedi.O toplumun şekillendiremediği bir  martıydı. Yasak olmasına rağmen yeni sınırlar keşfetmek için uçtu uçtu.Sınırlarını keşfettikçe toplumdan uzaklaştırıldı, yeni dünyalar bulmak için uzaklaştı. Artık daha yaşlı bir hal aldığında ufukların bilgeliğinden iki martı onu başka bir evrene götürdüler. Şimdi sınırların ötesindeydi ama eksik olan bir şeyler vardı. 

             Martı Richard Bach'in kısa fakat özlü hikaye kitabı. Bir saat içinde sindire sindire okuna bilecek bir kitap.Sınırlarınızın ötesine çıkacağınız, toplumda bireyin bastırılışını hissedeceğiniz ve geleceğiniz için kaygı duyacağınız sizi sizden alacak ve bir adım ileriye taşıyacak. Dünya dediğimiz aslında küçük çok küçük fakat gidemediğimiz, yaşayamadığımız, keşfedemediğimiz koca bir boşluk. Toplum sınırlarımız çiziyor. Hayat bu sınırların içine hapis olacak kadar uzun değil. 


22 Kasım 2016 Salı

Özdemir ASAF- Lavinia



Günün engüzel saatlerinde sevdiğim kadını ısıtmak 
ve güzel bir manzaraya karşı oturup sadece susmak çabası vardı içimde.
İstediklerim yanlızca bu kadar.Küçük evimin verandası olabilir yada 
şehrin her hangi bir yeri bu güzel manzara.
Çünkü senin olduğun ev,şehir,caddeler benim için 
dünyanın başkenti.Oturduğumuz bank dünyanın en konforlu koltuğu, yediğimiz 
sucuklu ekmekler en lüks lokantada yok.Hayat mücadelemiz aslında bu kadar.
Mutlu olmak aslında bu kadar kolay.

Gitme...


LAVİNİA
Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsun ceketimi al
Günün en güzel saatleri bunlar
Yanımda kal
Sana gitme demeyeceğim
Gene de sen bilirsin
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim
İncinirsin
Sana gitme demeyeceğim
Ama gitme Lavinia
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme Lavinia
Özdemir ASAF